'Balkonda' belgesel filmi; modern zaman kent insanının, balkonunu şehre karşı bir sığınak haline dönüştürme sürecini işliyor. İstanbul'un birçok farklı yerinden, toprak ve doğa ile ilişkisini yeniden inşa eden metropol insanının tasarladığı balkonların hepsi, ev sahiplerinin hikayelerine dair fikirler de veriyor.
Sinema öyle güçlü bir sanattır ki vermek istediğin mesaj her neyse, hayalinden her ne geçiyorsa sana tüm imkanlarını -teknoloji dahilinde- sunmaktan çekinmez. Öyle bir özgürlüktür vadettiği. İlkokul günlerimden bu yana bu özgürlüğün peşinde koştum hep, önce izleyici olup filmleri aklıma kazıdım; sonra dünyada gördüklerimi birleştirip küçük küçük filmler tasarladım. Okulunu okudum, pratiğinde uğraştım derken şimdi bu yazıyı okutacak kadar görünür oldum. Yaşasın sinema!
"Bir İfade Ediş Şekli Olarak Olarak Sinema" adlı projemi hazırlarken yepyeni bir yolculuğun zeminini hazırladığımın farkındaydım. Yolları hep sevdim. Göremediğimi görmeyi, bilemediğimi bilmeyi hep umdum. Önce düşünceler, sonra da yollar beni Antakya'ya çıkardı. Antakya'da yaşayan Dom topluluğunun gençleriyle tanıştım, misafirleri oldum, önce birlikte "neden sinema?" dedik sonra da "şimdi biz sinema yapalım!" sözünü verdik. Kamera elinizde olduktan sonra kaydetmek çok kolay. Fakat bunu anlamlandırabildiğin ölçüde başarılısın. Dom gençleri; sözlü tarihlerini, en keyif alacakları yolla -sinemayla- kaydetmenin yollarını öğrendiler, çekimler yaptılar. Bu çekimler hem onları hem de biz yapım ekibini bambaşka hikayelere sürükledi ve bir baktık ki "Dilden Filme" adlı kısa belgeselimiz şeklini almış. Bugün ise karşınızda.
Görünmeyeni göstermek, duyamadığına ses olmak bu çalışmanın en büyük amacı oldu. Fakat bu çalışmanın meyvesini yıllar sonra Dom gençlerinin yaptığı filmler ve oluşan arşivle göreceğiz. Yaşam kısa, söz de uçuyor, neden sinema yoluyla kalmasın?
Ufuk Kadız, 4 Kasım 2021
Ürettiğim figür grubu kompozisyonlarında kaotik bir biçimde ortaya çıkan çoğul ilişkilenme biçimleri, insanın varoluşundaki amansız savaşı ve çelişkili yanlarını gözler önüne sererken bunun yanı sıra, bir bütün olarak hayatta kalabilme ve devam edebilme fikri üzerinden olumlayıcı bir bakışı da beraberinde getirmektedir.
“İnsan kendini başkalarının bakışlarından toplar.”
“Samatya’nın Portreleri” şehrin ve insanın hafızasını kişisel bellek bağlamında kayıt altına almaya çalışan bir video portre serisi.
Geçtiğimiz sokakların, gezdiğimiz yerlerin yaşayanlarına bir selamla başlayan yolculuğun kayıtları. Bir ‘merhaba’nın insanların hikâyelerinin kapısını açması ile hafızalarında anlatılmayı, anlaşılmayı bekleyen her hâli ile yanı başımızdaki yaşamlara misafir olmaya başlamanın öyküsü.
“Kente ve yaşama tutunmayı aidiyetle kurabileceğimize dair bir inançla insanı kente bağlayıp barıştıran unsurları bölge hafızasına dayanarak, insanı ve aidiyet kurdukları mekanları iç dinamikleri ile portre hâline getirirken iç içe yaşantıları bulmak, kentle bağı kuvvetlendirmenin bir yolunun geçmişten izleri seyrederek olmasını umduğumuz bir projede içimizden birileriyle, kenti ve yaşamlarını onlardan dinlemek, insanı kendi içinde ve çevresinde bulmaya çalışmak, pusulamızdı.
Kitaplardan süzülen bilgilerden kalanlardansa insanların yaşarken tuttukları bir hafıza kaydının yaşamlarında, işlerinde gizlenen bir etkiyle aktarımı. Başlarda mekâna dair kayıtlar tutmaktı niyetimiz. Sonraları muhabbetin içinde mikro hafıza kaydına dönüştü. Geçip gittiğimiz sokaklar, hikâyelerin içinde bir seyir oldu. Bir adresi arar gibi dolaşırken o yollar şehrin insanlarına çıktı.
Şehrin kimliğini, sesini Samatya’nın Ermeni sakinlerinden; Yetvart Yılmaz, Vahan Sarı, Rita Gedikoğlu, Hıripsime Meydan ve Besse Kabak’ın hatıralarından eski zamanları bugüne çağırdık. Muhabbetle bir evde, bir avluda, sobanın başında, masa etrafında, bir pencere kenarında, bir akşamın yalnızlığında, kendilerine kalan şarkılarında, çocukluk sokaklarında buluştuk.”
Portreler; Samatya’nın insanını ve aidiyetlerini, kent hafızasını kayıt altına almak isteyerek başka bir dili, video özelinde, duymaya, öğrenmeye başladıkları bir ekip çalışması.
"Flaneur" kentle barışmak teması üzerinden yapılan uzun tartışmalar sonucunda, senaryosundan çekimlerine kadar ekipçe hazırlanmış bir kısa film.
Film, kendi nazarında bir şeyler yazan, topluma karşı sorumluluk hisseden, ailesiyle ara sıra gittiği memleketine tayininin çıkmasıyla temelli oraya yerleşen bir diş hekiminin hikayesi...
Bu hikaye; bireyin dilini, kültürünü yani kendisini tanıma sürecini gerçekleştirip, bugün yaşadığımız problemlerin temel çıkış noktası olan "yabancılaşma" sorunudur. Toplumsal hafızanın korunmasıdır. Aynı zamanda yaşadığımız yerle ilgili problemlere karşı koşulsuz şartsız mücadele edilmesi gerektiğidir.
Yaşadığımız kentlerin kalabalığı ve gürültüsü yüzünden çoğu zaman başka hayatları fark edemiyoruz. Buna bir de çalışma koşulları eklenince iç içe olduğumuz hayatlar giderek “başka”laşıyor. Ve bazı anlar oluyor ki -körleşmemiz ortadan kalkınca- “başka” dediğimizle hayatlarla barışmaya çalışıyoruz. Bu barışma ihtimali Kırılabilir adlı filmde sert pandemi koşullarındaki iki karakterin kırılma durumlarının karşılaşmasıyla işleniyor.
Tenekeden Varoluşlar
Kentin en büyük dertlerinden biri çöpler. Kim ve ne oldukları nasılsa herkesçe biliniyor. Her kimse bu “herkes”, çöpleri bir an evvel elinden, evinden, sokağından, dünyasından uzaklaştırmak istiyor. Kimse hayatında çöp görmek istemiyor. Hayatımızı çöplerden temizleyelim! Her gün ilmek ilmek ürettiğimiz çöplerden kurtulalım. Nerede devlet, belediye, temizlik işçileri, komşu, sen, ben? Hepimiz çöplere karşı. Ta ki geri dönüşene dek. Dönüşsün. Dönüşelim.
Tenekeden Varoluşlar
Kentin en büyük dertlerinden biri çöpler. Kim ve ne oldukları nasılsa herkesçe biliniyor. Her kimse bu “herkes”, çöpleri bir an evvel elinden, evinden, sokağından, dünyasından uzaklaştırmak istiyor. Kimse hayatında çöp görmek istemiyor. Hayatımızı çöplerden temizleyelim! Her gün ilmek ilmek ürettiğimiz çöplerden kurtulalım. Nerede devlet, belediye, temizlik işçileri, komşu, sen, ben? Hepimiz çöplere karşı. Ta ki geri dönüşene dek. Dönüşsün. Dönüşelim.
Tenekeden Varoluşlar
Kentin en büyük dertlerinden biri çöpler. Kim ve ne oldukları nasılsa herkesçe biliniyor. Her kimse bu “herkes”, çöpleri bir an evvel elinden, evinden, sokağından, dünyasından uzaklaştırmak istiyor. Kimse hayatında çöp görmek istemiyor. Hayatımızı çöplerden temizleyelim! Her gün ilmek ilmek ürettiğimiz çöplerden kurtulalım. Nerede devlet, belediye, temizlik işçileri, komşu, sen, ben? Hepimiz çöplere karşı. Ta ki geri dönüşene dek. Dönüşsün. Dönüşelim.
Kolayca aşınabilen taş ve kayalardan oluşmuş sivri, konik şeklindeki formlarıyla yöresel bir yakıştırma olan “peri bacaları”nın karakteristik örneklerini oluşturan bir dizi fotoğraf serisi “Periferi”. Vadi yamaçlarının içerisinde yükselen kaya formları, ayrı kalmış ya da ayrışmış. Basit gözüken formlar, kendi karmaşalarını ortaya çıkartarak, birbirleri tarafından tanımlanmayacak farklılıklarını ortaya koymaktadır. Bu çalışma benzerlikleri ve farklılıkları yansıtmayı hedefleyerek, tarihsel kayıt odaklı bir tipolojik çalışma sonucu elde edilmiştir.
Onlar her ne kadar cansız gözükseler de dönüşen ve zaman içerisinde yok olan formlar, bulundukları mekân ile dizilimleri aracılığıyla ritmik bir biçimde bağ kurmaktadır. Geniş bir alanı kapsayan bu “doğa mekânı”, kendisini kendi “ortamı”nda keşfedilmeye sunuyor. Fotoğraflar arasında eskiden bir kilise görevi görmüş bir mekân saklanmaktadır. Mekânın okunabilmesi mümkün müdür? Cevabınız evet ise lütfen dikkatlice izleyiniz.
Dekor görmek için film setine veya tiyatro sahnesine ihtiyacımız yok. Ekseriyetle önümüze bakıp telaşla yürüdüğümüz sokakların iki yanında dizilerek varmaya çalıştığımız yerle aramıza dolambaçlı sınırlar çizen binalar kütle halinde gökyüzüne doğru uzanırken sadece birer dekordan ibaretler. Bir yan sokağın varlığını oluşturan, bir sokak köşesini, o köşeden dönmeyi, yeni bir sokağa varmayı mümkün kılan beton duvarlar. Bir sebepten içlerine giriyorsak gerçekler, sahiden de oradalar, hayret; girmediğimiz, görmediğimiz her bina, günlük hayatlarımızın arka planında kalan, hikayelerinden azade olduğumuz birer dekor. Geçmediğimiz her sokak ise aslında yok.
Tüm hikayelere vakıf olamayız. Tüm evlerin içerisine giremez, şöyle bir kapısından bile bakamayız. Her şey ve herkes için anlam yaratamayız. Okumaya ömrümüzün yetmeyeceği kitaplar gibi sokaklar, caddeler, bulvarlar boyunca açılan; hafızasında günler, aylar, yıllar boyunca hikayeler biriken şehri de hakkıyla okumaya ömrümüz yetmez.
Ancak, erişemediğimiz hikayeler için ortak örüntüler içeren hikayelerden temsiller yaratabilir, şehri okumayı bu temsiller aracılığıyla kolaylaştırabilir, dekordan öteye gitmek isteyene yol gösterebiliriz.
Bu çalışma, Kadıköy’ün eski sokaklarındaki temsili hikayeleri gündelik yaşama sanat yoluyla dahil etmeyi, hikayelerin dekorlar arasından bir anda rengarenk biçimlerde çıkarak gündelik hayata karışıvermesini ve bulunduğu mekânı öylesinelikten çıkarmayı amaçlıyor.
Seçilen dört hikâyenin tek ortak noktası, Kadıköy’e ait olmaları. Her birinin, mekânı gibi temsil ettiği hafıza da başka. Dolayısıyla çalışmaların hatırlattığı her hikâye, ardına düşülmeyi bekleyen yeni bir yol, yeni bir pencere, yeni bir soru.
Bu sayede şehirdeki gündelik yaşantıya hafızayı dahil ederek sokaktan geçenleri yeni yollara yönlendiriyor ve belki de hiç bilmedikleri bir şeyi yeniden hatırlatıyor. Geçmişle bugün arasında düğüm düğüm olmuş görünmez ipliklerden birinin ucunu yakalamışçasına bir heyecanla, aynı zamanda onu sokağa, insanlara emanet edecek kadar da güvenle ve inançla.
Dekor görmek için film setine veya tiyatro sahnesine ihtiyacımız yok. Ekseriyetle önümüze bakıp telaşla yürüdüğümüz sokakların iki yanında dizilerek varmaya çalıştığımız yerle aramıza dolambaçlı sınırlar çizen binalar kütle halinde gökyüzüne doğru uzanırken sadece birer dekordan ibaretler. Bir yan sokağın varlığını oluşturan, bir sokak köşesini, o köşeden dönmeyi, yeni bir sokağa varmayı mümkün kılan beton duvarlar. Bir sebepten içlerine giriyorsak gerçekler, sahiden de oradalar, hayret; girmediğimiz, görmediğimiz her bina, günlük hayatlarımızın arka planında kalan, hikayelerinden azade olduğumuz birer dekor. Geçmediğimiz her sokak ise aslında yok.
Tüm hikayelere vakıf olamayız. Tüm evlerin içerisine giremez, şöyle bir kapısından bile bakamayız. Her şey ve herkes için anlam yaratamayız. Okumaya ömrümüzün yetmeyeceği kitaplar gibi sokaklar, caddeler, bulvarlar boyunca açılan; hafızasında günler, aylar, yıllar boyunca hikayeler biriken şehri de hakkıyla okumaya ömrümüz yetmez.
Ancak, erişemediğimiz hikayeler için ortak örüntüler içeren hikayelerden temsiller yaratabilir, şehri okumayı bu temsiller aracılığıyla kolaylaştırabilir, dekordan öteye gitmek isteyene yol gösterebiliriz.
Bu çalışma, Kadıköy’ün eski sokaklarındaki temsili hikayeleri gündelik yaşama sanat yoluyla dahil etmeyi, hikayelerin dekorlar arasından bir anda rengarenk biçimlerde çıkarak gündelik hayata karışıvermesini ve bulunduğu mekânı öylesinelikten çıkarmayı amaçlıyor.
Seçilen dört hikâyenin tek ortak noktası, Kadıköy’e ait olmaları. Her birinin, mekânı gibi temsil ettiği hafıza da başka. Dolayısıyla çalışmaların hatırlattığı her hikâye, ardına düşülmeyi bekleyen yeni bir yol, yeni bir pencere, yeni bir soru.
Bu sayede şehirdeki gündelik yaşantıya hafızayı dahil ederek sokaktan geçenleri yeni yollara yönlendiriyor ve belki de hiç bilmedikleri bir şeyi yeniden hatırlatıyor. Geçmişle bugün arasında düğüm düğüm olmuş görünmez ipliklerden birinin ucunu yakalamışçasına bir heyecanla, aynı zamanda onu sokağa, insanlara emanet edecek kadar da güvenle ve inançla.
Dekor görmek için film setine veya tiyatro sahnesine ihtiyacımız yok. Ekseriyetle önümüze bakıp telaşla yürüdüğümüz sokakların iki yanında dizilerek varmaya çalıştığımız yerle aramıza dolambaçlı sınırlar çizen binalar kütle halinde gökyüzüne doğru uzanırken sadece birer dekordan ibaretler. Bir yan sokağın varlığını oluşturan, bir sokak köşesini, o köşeden dönmeyi, yeni bir sokağa varmayı mümkün kılan beton duvarlar. Bir sebepten içlerine giriyorsak gerçekler, sahiden de oradalar, hayret; girmediğimiz, görmediğimiz her bina, günlük hayatlarımızın arka planında kalan, hikayelerinden azade olduğumuz birer dekor. Geçmediğimiz her sokak ise aslında yok.
Tüm hikayelere vakıf olamayız. Tüm evlerin içerisine giremez, şöyle bir kapısından bile bakamayız. Her şey ve herkes için anlam yaratamayız. Okumaya ömrümüzün yetmeyeceği kitaplar gibi sokaklar, caddeler, bulvarlar boyunca açılan; hafızasında günler, aylar, yıllar boyunca hikayeler biriken şehri de hakkıyla okumaya ömrümüz yetmez.
Ancak, erişemediğimiz hikayeler için ortak örüntüler içeren hikayelerden temsiller yaratabilir, şehri okumayı bu temsiller aracılığıyla kolaylaştırabilir, dekordan öteye gitmek isteyene yol gösterebiliriz.
Bu çalışma, Kadıköy’ün eski sokaklarındaki temsili hikayeleri gündelik yaşama sanat yoluyla dahil etmeyi, hikayelerin dekorlar arasından bir anda rengarenk biçimlerde çıkarak gündelik hayata karışıvermesini ve bulunduğu mekânı öylesinelikten çıkarmayı amaçlıyor.
Seçilen dört hikâyenin tek ortak noktası, Kadıköy’e ait olmaları. Her birinin, mekânı gibi temsil ettiği hafıza da başka. Dolayısıyla çalışmaların hatırlattığı her hikâye, ardına düşülmeyi bekleyen yeni bir yol, yeni bir pencere, yeni bir soru.
Bu sayede şehirdeki gündelik yaşantıya hafızayı dahil ederek sokaktan geçenleri yeni yollara yönlendiriyor ve belki de hiç bilmedikleri bir şeyi yeniden hatırlatıyor. Geçmişle bugün arasında düğüm düğüm olmuş görünmez ipliklerden birinin ucunu yakalamışçasına bir heyecanla, aynı zamanda onu sokağa, insanlara emanet edecek kadar da güvenle ve inançla.
Dekor görmek için film setine veya tiyatro sahnesine ihtiyacımız yok. Ekseriyetle önümüze bakıp telaşla yürüdüğümüz sokakların iki yanında dizilerek varmaya çalıştığımız yerle aramıza dolambaçlı sınırlar çizen binalar kütle halinde gökyüzüne doğru uzanırken sadece birer dekordan ibaretler. Bir yan sokağın varlığını oluşturan, bir sokak köşesini, o köşeden dönmeyi, yeni bir sokağa varmayı mümkün kılan beton duvarlar. Bir sebepten içlerine giriyorsak gerçekler, sahiden de oradalar, hayret; girmediğimiz, görmediğimiz her bina, günlük hayatlarımızın arka planında kalan, hikayelerinden azade olduğumuz birer dekor. Geçmediğimiz her sokak ise aslında yok.
Tüm hikayelere vakıf olamayız. Tüm evlerin içerisine giremez, şöyle bir kapısından bile bakamayız. Her şey ve herkes için anlam yaratamayız. Okumaya ömrümüzün yetmeyeceği kitaplar gibi sokaklar, caddeler, bulvarlar boyunca açılan; hafızasında günler, aylar, yıllar boyunca hikayeler biriken şehri de hakkıyla okumaya ömrümüz yetmez.
Ancak, erişemediğimiz hikayeler için ortak örüntüler içeren hikayelerden temsiller yaratabilir, şehri okumayı bu temsiller aracılığıyla kolaylaştırabilir, dekordan öteye gitmek isteyene yol gösterebiliriz.
Bu çalışma, Kadıköy’ün eski sokaklarındaki temsili hikayeleri gündelik yaşama sanat yoluyla dahil etmeyi, hikayelerin dekorlar arasından bir anda rengarenk biçimlerde çıkarak gündelik hayata karışıvermesini ve bulunduğu mekânı öylesinelikten çıkarmayı amaçlıyor.
Seçilen dört hikâyenin tek ortak noktası, Kadıköy’e ait olmaları. Her birinin, mekânı gibi temsil ettiği hafıza da başka. Dolayısıyla çalışmaların hatırlattığı her hikâye, ardına düşülmeyi bekleyen yeni bir yol, yeni bir pencere, yeni bir soru.
Bu sayede şehirdeki gündelik yaşantıya hafızayı dahil ederek sokaktan geçenleri yeni yollara yönlendiriyor ve belki de hiç bilmedikleri bir şeyi yeniden hatırlatıyor. Geçmişle bugün arasında düğüm düğüm olmuş görünmez ipliklerden birinin ucunu yakalamışçasına bir heyecanla, aynı zamanda onu sokağa, insanlara emanet edecek kadar da güvenle ve inançla.
Haberler & Güncel Bilgiler